Deneme / Güncel Sanat

Gelecek Yok

Ne kadar para çok paradır? Ne kadarı yeter; daha da önemlisi ne kadarı artar? Karun kadar zengin bir patronum vardı, parasını har vurup harman savursa bile ömrü servetini tüketmeye yetmezdi ama onunla her karşılaştığımda hissediyordum ki satın alamayacağı tek şey zamandı bu yüzden her şeyi hızlı hızlı yapardı. Eminim ki parası o öldükten sonra da yaşayacak. Para ve onun dini kapitalizm zaten bunun için var değil mi?

Tarihte bir noktada, muhtemelen tarım toplumuna geçildiğinde, insanlar kendi varoluşlarını sermaye birikiminin varlığıyla özdeşleştirmeye başladılar. Çiftçiler ölümle aralarına depolarda biriken erzaklardan oluşan bir set çektiler. Sermaye, yani benim bugünkü çalışmamın ürettiği artık değerin yarına devredilmesi, sadece gelecek günlerde aç kalmamamı garantilemeye yaramıyordu aynı zamanda dünyadaki faliyetimin ben öldükten sonra da devam etmesini garanti altına alan bir teknolojiydi. İnsanın ölümsüzlük arzusu sermayenin birikim arzusunda kendi yansımasını buldu. Martin Heidegger “Teknoloji Üzerine bir Soruşturma” adlı çalışmasında teknolojinin kökenini bir nehir üzerine kurulan değirmenin yerini baraja bırakmasında görür. Değirmen akış halinde olan ırmaktan enerji üretmek için kullanılırken baraj akışı kontrol altına alır ve açığa çıkan enerjiyi depolar. Bir enerji kaynağı olarak insan emeği de sermayenin aklının hükmü altında benzer bir şekilde kontrol altına alınır ve depolanır. Sermaye akış halindeki yaşamın depolanmasıdır. Depolanan yaşam zamanın ve mekanın ötesine geçebilmeye muktedir hale gelmiştir. Sermaye benim namevcut olduğum yerde de eylemimin varlığını sürdürmesine yarar.

Sermayenin var oluşunun insanın var oluşuyla yer değiştirmesi günümüzde evrimini tamamlamış gözüküyor. Artık varsıl olmak var olmak, yoksul olmak da yok olmak demek. İnsanlık ontolojik sorunlarının çaresini varsıllıkta ya da çoğu zaman varsıllık hayalinde bulmuş gibi. Doğayla girişilen mücadelenin sonucunda açığa çıkan emeğe dayalı bir varoluş yerini tüketim kapasitesiyle ölçülen bir varlığa bıraktı. Varsıllık kendini üretim çokluğu olarak değil tüketim özgürlüğü olarak gösteriyor. Marx’ın işçi sınıfının doğa karşısında sarf ettiği emeğiyle bilinç kazanıp komunist devrimi gerçekleşitirecek potansiyeli oluşturması hayali neo-liberalizm’in tüketime dayalı iyi hayat vaadi karşısında yenilmişe benziyor. Sadece gündelik ihtiyaçlar değil insan varlığının temeli olan eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetler birer tüketim nesnesine tahvil edildiler. Tüketimi sınırlarından kurtarmak için geliştirilmiş kredi teknolojilerinin yarattığı imkanlar sayesinde üretime dayalı reel ekonomi önemini bankalar arası internet hatlarında yuvalanmış finansal ekonomi karşısında yitirdi. Bu sayede varlık ile emek arasındaki son bağlar da kopmuşa benziyor. Sermaye artık sadece üretilmiş olan emeğin birikimi değil gelecekte üretilecek olan emeğin yani namevcut emeğin de bugün toplanması anlamına geliyor. İnsanın zaman karşısındaki aczi sermayenin zamanlar ötesi hareketiyle alt edilmiş görünüyor. Peki yaşadığımız bu çağ asrı saadet mi? Hiç de öyle gözükmüyor. Geleceğin olmadığı bir distopyada yaşıyoruz.

Bugünkü varsıllığımızın kaynağı artık doğayla karşılaşmamızdan ürettiğimiz emek olmaktan çıkıp henüz açığa çıkmamış gelecek emek olduğunda Marx’ın yabancılaşma teorisi yeni bir veche kazanıyor. İnsanın kendi emeği ve doğa karışsındaki yabancılaşması bu sayede tamama ermiş oluyor. Aşikar ki günümüzde bizi tanımlayan şey üretim değil tüketim. Tüketimin dayandığı değerler sistemi ise piyasanın spekülatif yapısına göre sürekli yeniden tanımlanıyor. Baudrillard’ın simulasyon evreni dediği bir düzen içinde spekülatif değerlere dayanarak kendi varlığımızı kurmaya çalışıyoruz. Gerçeklikle bağları zayıflamış spekülasyona açık sistem spekülasyona açık öznellikler oluşturuyor bu da çağımızıda oranı hızlıca artan akıl hastalıklarının müsebbibi olarak zühur ediyor. Franco “Bifo” Berardi “Gelecekten Sonra” kitabında üretim ekonomisinin girdiği bu kriz sonucunda akıl hastalıklarının günümüz toplumunda nasıl bir hız kazandığını gösteriyor. Hızlanan sermaye akışı sonucunda değerlerin siber uzaydaki kaygan konumları insanın da ayağının altına muz kabuğu koyuyor. Bu hızlanmaya tepki olarak gelişen küçük ölçekli hareketler – doğal yaşama dönüş, etik bir beslenme rejimi kurma çabaları, az tüketim şiarı – tehlikenin büyüklüğü karşısında naçar kalacaklar gibi gözüküyor zira sistem ivmesini giderek arttırıyor. Doğa kendisinden kopuşumuzun bedelini bizi kendisinden mahrum bırakarak ödetecekmiş gibi. İnsanlık ise doğanın yokluğunda hayatta kalmayı becerebilecek mi bilinmez ama doğadan çaldıklarımızı doğaya bir an önce geri vermemiz lazım yoksa en iyi ihtimalle bizi bir Mad Max senaryosu bekliyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s