Güncel Sanat / Sergi

Zamana Bakmak

(Art Unlimited’ın 49. sayısında yayınlandı)

Evrenin 13.8 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor, Homo Sapiens sadece 50 bin yıldır varmış, ben ise 1983’te doğdum. Benim için sayısız acı ve haz barındıran, hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiğim hayatım evren için sadece bir göz kırpmasından ibaret. Selim Süme’nin “Bir Göz Kırpmasında” diye çevirilebilecek “In the Blink of an Eye” sergisi fotoğraf makinesinin perdesinin açılıp kapanmasıyla insan hayatının iki göz kırpması arasına sığan bir solukluk ömrünü bir araya getiriyor. Mecra olarak fotoğrafı kullanan sanatçı kameranın perdesinin açık kaldığı süreyi uzatarak ve objektifini doğrulttuğu nesneleri yüklendikleri anlam dolu heybeden bir nebze de olsa kurtararak bakışı bakışın kendisi üzerine çeviriyor ve bu vesileyle hayat üzerine bir göz kırpmalık tefekkür aralığı yaratıyor.

İzleyici galeriye ilk adımını attığında onu beyaz duvarın üzerine asılmış yıldızlarla dolu bir gökyüzü fotoğrafı karşılıyor. Bu fotoğraf, duvarları siyaha boyanarak bir gözlem evine çevirilmiş hemen yan odadaki iki yıldızlı gökyüzü fotoğrafıyla birlikte izleyiciye kainatın enginliği karşısında insanın küçüklüğünü anımsatıyor; lakin bu işlerin sergi içindeki rolü burada bitmiyor. Bu üç fotoğraf, bazıları yıllar önce sönüp gitmiş yıldızların ışıklarını şimdi ve burada olan fotoğrafa taşıyarak serginin zamanla olan ilişkisini tesis ediyor. Yıldız fotoğrafları zaman içinde asılı kalmış ışığın iz düşümleri ve belki de artık varolmayan nesnelerin imgeleri. Sergi böylece daha ilk adımda fotoğrafı nesnesinden kurtarıyor ve de odağına bakışın temel unsuru olan ışığı alıyor. Sergideki diğer fotoğraflar gibi bunlar da uzun pozlama tekniği ile çekilmiş ancak harici bir kaynaktan bilgi edinmediyseniz bu tekniğin farkına varmak epey zor. Süme, sergideki esas aracı olan uzun pozlamayı alışılageldiği gibi hareketi görünür kılmak için değil zamanı filme aktarmak için kullanmış. Fotoğrafın imkanlarıyla sinemanın imkanlarının bir araya getiren bir tercih. Bu sayede özellikle avangard sinemanın kullandığı, hikayeye anlamsal olarak bir şey katmayan, onun ilerlemesini sağlamayan ancak seyirciye zamansal bir deneyim sunan uzun sabit planlar sergideki karşılıklarını buluyorlar. Sergi ziyaretçisi karşısında hikayeden arınmış, fotoğraf için uzun sayılabilecek süreleri kayda almış nerdeyse soyut kareler buluyor.

flower-1a

Süme’nin serginin geri kalanında sunduğu fotoğraflardaki nesneler de tıpkı yıldızlar gibi içerik olarak alelade, özel bir anlam taşımayan şeyler. Yıldızlar bakışımızı makrokozmosa çeviriyorsa galerinin bir başka odasına yerleştirilmiş siyah beyaz, kurutulmuş çiçek fotoğrafları nazarımıza mikrokozmosu sunuyorlar. İçlerinden yaşam suyu çekilmiş bu boyunları bükük bitkiler de tıpkı sönmüş yıldızlar gibi geçip gitmiş bir hayatın imgesini teşhir ediyorlar. Tabi oldukları çürüme süreci artık çok yavaşlamış durumda ve belki de dokunulmazlarsa yüzlerce yıl daha sahip oldukları formu  kıpırdamadan koruyabilirler. Yine de Süme onları uzun uzun pozlamış. Ortaya çıkan imgenin etkisi, bakma deneyiminin saflığına halel getirmesin diye de siyah beyaz çekitiği fotoğrafların negatiflerini kullanmış; böylece elde edilen görüntü yabancılaştırma efekti diyebileceğimiz bir etki yaratmış.

Galerinin en iç tarafında kalan odaya girildiğinde izleyici insanlığın gökyüzüyle yeryüzü arasına, iki sonsuzluğun kesiştiği ufacık noktaya sığdırdığı kültürel alana giriş yapıyor. Sanatçının çeşitli yapı malzemeleri kullanarak oluşturduğu basit mimari maketleri andıran kompozisyonları kadrajladığı fotoğraflar insanın hızla akıp giden zaman karşısında ayakta kalma çabasının bir tezahürü. Yıldızlar ve çiçekler güzelliklerini doğadan aldıkları için estetik yüklerinden ancak bir nebzeye kadar kurtarılmış olsalar da bu fotoğraflarda basit kompozisyon kuralları dışında estetize edilmiş bir bakış yok. Fotoğraflar yine siyah beyaz ve yine negatif, yabancılaştırma etkisi bu odada iyice hissediliyor.

_dsc3466

Sonsuzluk biz faniler için idrakı imkansız bir kavram. Sadece sonsuzluk değil kendi kısıtlı ömrümüzle kıyaslamaya yeltendiğimizde yılların sonuna eklenen her basamak bizi anlaşılmazın kıyısına sürüklüyor. Evrenin zamanı insanın zamanıyla aynı frekansta konuşmuyor. Bizim zaman kavramımız yaşamımızı anlamak için kendi kısıtlı bakışımızla kurduğumuz bir oyun gibi. Zamanı sadece bir başlangıç ve bir son noktası sayesinde tanımlayabiliyoruz, dünyaya gözlerimizi açtığımız an ve hayata gözlerimizi yumduğumuz an arasındaki boşluk. Hatta bana öyle geliyor ki biz kısıtlı olduğumuz için zaman var. Bizim dışımız sonsuzluk. Selim Süme’nin çalışmaları fotoğrafın zamanla kısıtlanan bakışından yola çıkıp insan ömrünün faniliğine ve evrenin sonsuzluğuna dair naçizane bir alıştırma sunma gayretindeler.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s