Deneme / Güncel Sanat

Karanlığın Kalbi

“İnsan için önüne çıkan bütün yollar  “yürünebilir’’ yollar ise o insan artık kaybolmuştur.”

İsmet Özel

Waldo Sen Neden Burada Değilsin 

Gece ben uyurken binmiş trene. Uzun boylu, zayıf. Aşağı doğru sarkan gür bıyıkları kafasında da  kasketi var. Maphusmuş, izine çıkmış. Jandarma kontrol yaparken izin kağıdını gösterdi, o sırada duydum. Konya diye çıkmış yola ama karısıyla çocuğu Sancak’taymış. Şimdi onların yanına gidiyormuş. Koridorda bir arkadaşına denk geldi. Karşıma oturup konuşmaya başladılar. Trenin gürültüsü arasında bölük pörçük dinledim.  Maphushaneden tanışıyorlarmış. Bizimki akıl istedi ondan “adamın aklı kendine düşman olur mu? Benim aklım bana düşman” gibi bir şey dedi. Sonra da ceketinin cebinden bir mektup çıkarıp okuttu. Karısını Adana’da pavyonda bulmuşlar. Namusunu temizlemesi gerekmiş.

Bembeyaz kağıdın önünde bir duraksama, bir kararsızlık. Güzel neydi? Doğru neydi? Hakikat neydi? Bunların hepsi bir zamanlar birdi, peki ya şimdi? Doğru olanı yapmadan güzele ulaşabilir miydi? Peki hakikati nerede bulacaktı? Aklındaki imgeler karşısındaki nesnelere karışıp kirleniyor sonra da hercümerce dönüşüp hızla akıp gidiyorlardı. Bu akıntıyı durdurmaya çalışmak anlamsızdı. Bunu zamanla öğrenmişti ama kendini koy verip ona karışmak veya onun ötesine geçmeyi denemek de bir yere varmıyordu.  Elindeki seçenekler sadece bunlar olmamalıydı. Durdu, sakinleşti. Tüm dikkatini toplayıp kağdın üzerine fırcasıyla incecik bir cizgi çekti. Dağılıp gitmek isteyen boyayı büyük bir dirayetle sicim gibi bir lekeye sığdırdı ve yıllardır kağıda aktara durduğu imgelerden eksile eksile geriye kalan bu çizgiyi aldı bir yarığa devşirdi. Böylece ıpıssız kağıdın üzerinde yolculuğu başladı.

Yer gök kar, bulunduğum tepeden düzlüğe bakıyorum. Ufuk çizgisi kaybolmuş, ne yol var ne iz. Aşağıda karların içinde bir atlı, atlıyla aramızda fırtına. Tam göremiyorum ya yine de içime doğuyor, bu o olmalı.  Atını kamçılayarak, karları yara yara köyüne gidiyor. At her adımında böğrüne kadar kara gömülüyor, ardında bıraktığı iz ise hemen kayboluyor. At daha fazla gidemeyecek gibi, zorlanıyor. İndi, yularından çeke çeke atı sürüklemeye başladı; ama olmayacak at karlara yığıldı. Yuları bıraktı, bata çıka yürüyor. Bağırıyorum, sesim çakalların ulumasına karışıyor. Her yer bembeyaz. Karların ortasında siyah bir leke gibi ilerliyor. Rüzgar yüzüme doğru esiyor  hiç bir şey göremiyorum. Bir silah sesi! Gözümü açtım, atın başında dikiliyor. Atın kafasından saçılan kızlıllık aramızdaki mesafeyi delip geçiyor. Kan kokusu duyuyorum.

Varacak ne bir köy vardı ne bir şehir ne de bir sevgili. Sadece boşluğun ortasında nereye gideceği belli olmayan kısa ama güçlü bir çizgi. Hemen yanına bir çizgi daha. Yoldaş olarak. Yavaş yavaş kağıdın üzerini birbirine koşut ya da birbirini kesen çizgiler bezemeye başladı. Kendilerinden başka hiç bir şeye benzemeyen mütevazi lekeler. Çizgilerle birlikte kendisi de yalınlaşıyordu. Kibiri törpüleniyor, soruları anlamsızlaşıyordu. Kaygıları azalmıştı, artık ne yapması gerektiğini az çok kestirebiliyordu. Sonra bir çizik daha attı ve bir çizik daha. Birden çizgiler hızla çoğalmaya, bileğine, arzularına, aklına hükmetmeye başladılar. Masum çizgiler bir araya gelip aralarındaki ufak boşlukları katederek tüm kağıdı kaplamak, her şeyi siyaha bürümek istiyorlardı. Hiç beklemiyordu bunu. İçi kabarmaya başladı, bir yandan kendini kudretli hissediyor bir yandan da korkuyordu. Yaratma gücü onu sarhoşa çevirmişti; ama görebiliyordu, hızla karanlığa ilerliyordu. Buna hazır değildi.

Kayboldum. Saatlerdir bembayaz bir çölün ortasında dönüp duruyorum. Fırtına dindi, hava açık ama yine de yolu bulamıyorum. Kar beni yuttu, neresi önüm neresi arkam karıştırdım. Aniden art arda sıralanmış çığlıklar beyaz göğü yırtımaya başladılar. Seyid! Seyid!  Koşup önümdeki tepeyi aştım, yuvarlana yuvarlana düzlüğe indim. Oradalar. Karların arasında üç kara nokta. İkisi önde biri arkada.. Yine o. Endamından tanıdım. Yanındaki çocuğu olsa gerek, arkadaki de karısı. Demek köye varıp almış onları. Koşuyorum, ben koştukça uzaklaşıyorlar. Kadın bağırıyor, çocuk bağırıyor, Seyid yürüyor. Sesler dağlarda yankılanıp boşluğu dolduruyorlar. Seyid birden durdu geriye, karısına doğru yürümeye başladı. Nefesim kesildi bağıramıyorum. Soğuk sesimi gırtlağıma tıkıyor. Seyid ise karısını sırtına alıp tekrar yola koyuldu. Kar beyaz bir duvar gibi aramıza giridi. Gözden yittiler, boşluğun ortasında yön bilmeden kalakaldım. Derken bir haykırış daha: Zine!! Zine! Uyan Zine! Anlıyorum, karlar Seyid’in alnındaki kara lekeyi temizledi.

Kendini zorla geri çekti, kağıtla arasına boşluk girdi. Biraz daha uzaklaşıp baktı. Çizgiler  kağıdı kaplamıştı. Tüm çizdiği siyah bir lekeden ibaretti. Durdu. Birden o ana kadar kaçtığı boşluğun nasıl da elzem olduğunu fark etti. Yok olmaktan korkmamalıydı. Siyahı var etmek için beyaza muhtaçtı. Ne birine ne ötekine teslim olmadan ikisini bir araya getirmeliydi. Her yanı kaplamaya çalışan kibirini tevazuyla dengelemeye çalıştı. Kağıdı duvardan indirdi, yeni bir tane astı ve tekrar başladı. Yaratısının içinde yitmemek için kağıttan biraz uzak duruyordu. Sakince siyah bir çizik, biraz beyaz boşluk. Çizgiler bir ağacın ışığa ulaşmak isteyen dalları gibi birbiri ardına diziliyor aralarında küçük küçük  boşluklar oluşuyordu. Çizgiler ve boşluklar birbirlerini çoğaltıyor, yavaş yavaş  bir düzen açığa çıkıyordu. Kapılıp gitmemek için kendisini resimden sık sık çekip koparıyor, bir sigara içiyor, dışarı çıkıyor, biraz yürüyor ve sonra tekrar devam ediyordu. Çizgilerin ve boşlukların kağıt üzerindeki nihai sınırlarını belirlemeleri günler sürdü. Bittiğinde karşısında plansız, tasarısız kendi kendine açığa çıkmış bir yapı vardı.

Onu son gördüğümde kasabaya varmıştım, akşam olmuş etraf zifir gibiydi. Gecenin karanlığında zor seçiliyordu.  Sırtında karısının ölü bedeni, nereye gideceğini bilmeden sokağın köşesinde dikilyordu. Yükünü yere bıraktı, çömelip yüzünü elleriyle kapattı, bir top oldu. Birden başına merak dolu insanlar üşüştü. Çığlıklar, koşturmaca. O hiç kıpırdamadı, öylece duradurdu ve karanlığın içinde gittikçe ufalarak yitip gitti.

Kaç defa baştan başlayıp kaç defa bu mucadeliyi vermesi gerektiği umurunda değildi. Durması gereken anı çizgiler söyleyecekti. Tekrar ve tekrar çizdi. Her defasında farklı bir yolculuğa çıkıyor içi dirimle doluyordu. Son çizgiyi çekip son kağıdı duvardan indirdiğine sakince tamam dedi.  Artık hazırdı. Yeni  beyaz bir kağıt serdi ve ortasına küçük yuvarlak bir siyah leke yaptı fırçasıyla. Gittikçe büyüyecek kara bir leke. Karanlığın kalbine bakacaktı.

art unlimeted mart-nisan 2016 sayısında yayınlanmıştır

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s