GENÇ ÖLMEK
Ay mıdır kar mıdır pencerede
Boğulmuş çocukları martılara taşıyan
Kara köpek karşı kıyıda uluyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde
Büyük ateşler, kuytu köyler gibi
Alınlarına vişne çiçekleri yağan
O kızlar, delikanlılar ve lohusalar
Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan
Kestane mangalları, masallar, talikalar
Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize
Ben o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede
Merhum Ergin Günçe’nin hayattayken basılan tek kitabı Genç Ölmek’teki (1964) şiirleri -ömrü boyunca kitaplaştıramadığı ve yalnızca dergilerde yayınlanan- diğer şiirlerinden bütünlük olarak daha zayıf olmalarıyla fakat sembolik/imajinatif düşüncenin daha baskın olmasıyla ayrılıyorlar. Kitaba adını veren Genç Ölmek başlıklı şiiri ise sağlam armonisinin yanı sıra; kitabın genelindeki bütünlük açısından zayıf anlatımı sürdürmesine rağmen daha somut bir düşünceyle yazılmış olmasıyla ayrıca dikkatimizi çekiyor.
Bir pencereyle açılıyor şiir ve uygunsuz güldüğü düşünülen bir çocukla sürüyor. Somut olarak iki geçirgenlik bir araya getirilerek başlanıyor. Pencere, içeride olmakla dışarıda olmak arasında bir geçirgenlikken; çocuk, doğmuş olmakla ölecek olmak arasında bir geçirgenlik olarak konumlandırılıyor. Odak, pencereyle çocuk arasında süreksiz -non-periyodik- bir şekilde yer değiştirip/salınıp duruyor. Böylece şiir boyunca içeride olmakla dışarıda olmak, doğmuş olmakla ölecek olmak hem kendi içlerinde hem birbirleri arasında geçişiyorlar.
Pencere odağa alındığında; boğulmak, martılar, kara köpeklerin uluması, karşı kıyı, çayıra salınan atlar, erik ağaçları, ağaran nisan toprağı, bahçedeki korkuluk, nar ağaçları, soğuyan sular, büyük ateşler ve alınlarına vişne çiçekleri yağan kızlar- delikanlılar-lohusalar dışarı olmaktadırlar. Boğulmuş çocuklar, diş kamaşması, kalp, çay demleyen kadın, iyi giydirilmek, kuytu köyler, ıhlamurdan oyulmuş bebekler, kestane mangalları, masallar ve talikalar ise içeride olmaktadır.
Çocuk odağa alındığındaysa; atların çayıra salınması, erik ağaçlarının dişleri kamaştırması, nisan toprağının ağarması, kadınların çay demlemesi, alınlara vişne çiçeklerinin yağması, kızlar-delikanlılar-lohusalar ve kestane mangalları doğmuş olmayı; boğulmak, kara köpeklerin uluması, korkuluk, iyi giydirilmek (kefenlenmek), suların soğuması, ovada duran gölge, köylerin kuytuluğu, oyulmuş bebekler, masallar ve talikalar ise ölecek olmayı anlatıyor.
Yazının başında kısaca Genç Ölmek şiirini; kitaptaki diğer şiirlerden ayıran özelliğin odakta duyumsananın somutluğu olduğundan ve kitap dışında kalan şiirlerinden ayıran özelliğin ise odağın süreksiz yer değiştirmesi/salınımı olduğuna değinmiştik. Odağın süreksiz hareketi sırasında, pencere odağında duyumsananların mekânsal ve zamansal somutluğu ile çocuk odağında duyumsananların olgusal somutluğu birbirlerine geçişiyorlar ve tek bir som/cevher haline geliyorlar. Birkaç örneğe göz atalım.
Odak sürekli aynı yerlerden -periyodik olarak- odaklansaydı her seferinde sadece ikili eşleşmeler görebilecektik. Örneğin, her seferinde, ya içeride olmakla yaşıyor olmak ve dışarıda olmakla ölecek olmak, ya içeride olmakla ölecek olmak ve dışarıda olmakla doğmuş olmak bir araya gelirdi. Oysa her bir eşleşmeyi – yukarıda listelediğimiz somut duyumsamaların eşleşmeleriyle- mısralarla örnekleyebiliriz. Odak süreksiz bir şekilde yer değiştirdiğinden/salındığından bu dört mümkün eşleşmenin her biri değişen sıklıklarla herhangi bir anda görülebiliyor.
“Şimdi bir kadın çay demlese” (içeride yaşam)
“Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde” (dışarıda ölüm)
“Erken ölmüş, iyi giydirilmiş” (içeride ölüm)
“Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına” (dışarıda yaşam)
Odağın süreksiz hareketi odağa alınan geçirgenliklerin mekânsal, zamansal ve olgusal somutluklarını harcı alem ederken, odağın, halen alem olanların dışında kalması dikkat çekici. Odaktaki geçirgenlikler, yani pencere ve çocuk, sırasıyla bir soru ve bir hüküm içine konulmuş halde karşımıza çıkıyor.
“Ay mıdır kar mıdır pencerede”
Bir temas olmadığı sürece bir olgu olarak ay ışığının, mekânsal ve zamansal bir nesne olan kar ile somut duyumsanışlarının benzerliği sorun ediliyor burada. Şiir boyunca odağın süreksiz hareketinin sağladığı geçişmenin, yani temasın sonunda ayın kar olduğuna karar veriliyor. Bu armonin dramatik çatısı ise odağın bu geçişmeye temas etmesiyle kuruluyor.
“Bence o çocuk öyle gülmemeli”
Odak “bence” diyerek şiir boyunca hiç değişmeyen bir hükümle sahneye çıkıyor. Doğmuş olmakla ölecek olmanın her yerde birbirine geçişmesi, sürekli teması arasında bir çocuğun gülüşünü garipsiyor. Her ne kadar doğmasının üzerinden çok geçmemiş ve ölmesine daha çok zaman olsa da ölecek olmak, yani hüzün her zaman oradadır. Diğer taraftan çocuğun gülüşü doğmuş olmanın neşesidir. Şiir boyunca kendisi dışındaki her şeyi hem hal eden odak, şiir kapanmadan hemen önce kendini de diğer her şeye bırakır.
“Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize”
Kendini diğer her şeye bırakan odağın ısrarla koruduğu hükmün gerekçesidir bu; mekânsal, zamansal , olgusal ve tekil somutlukların –diğer bir deyişle doğal, kültürel, psikolojik somutlukların- ayrıştırılamayacak derecede birbirlerine geçiştikleri bu andaki –diğer bir deyişle yaratılışlarındaki- dilektir/niyettir bu. Canlılığın rahat yerinden kalkmaya razı olduğu sürece, ölüme teması anında, ölümün bir dans gibi olan biten her şeyin armonisine uyacağı umuluyor. Şiir, bir soru ve bir hükümle açılmıştı; bu anın idrakiyle de gerekçelendirilmiş bir hüküm ve bir cevapla kapanıyor.
“Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede”
Genç ölmenin hüznü kadar, sağ doğmuş olmanın neşesi yan yana kalıyor. Diğer her şeydeki gibi.
Barış Özgür & Murat Alat