başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun*
I
Çocukluğumun bir kısmının geçtiği Yeni Sölöz Köy’ü, Çeşme Sokak’taki kerpiç evimizin girişinde kimbilir nereden gelmiş mermerden bir sütun ayağı dururdu. Babaanem havalar ısındı mı gününü bu taşa oturup yoldan gelen geçeni izleyerek geçirir, kimiyle laflar kiminin sepetindekilerden göz payını alırdı. Sadece babaanem değil az ötede Mahmut amca yan yatmış bir kestahane kütüğü üzerinde aylak aylak otururdu tüm gün, biraz daha ötede ise Rafet dede ve Vaide teyze. Şimdi hayal meyal hatılıyorum da köyün her köşesinde hayat benzer şekilde yollarda geçerdi. Ev içleri zaten mimarilerinin de bir sonucu olarak yemek yemek, uyumak, sevişmek ve zamanı geldiğinde de ölmek içindi. Birisi öldüğünde de cenazesi köyün ana caddesinde tüm köylünün eşliğinde mezarlığa taşınırdı. Benim için muteber olan evler de zaten ana caddeye bakan evlerdi. Özellikle bayramlarda kızlı erkekli gruplar sıra sıra yol boyu bir aşağı bir yukarı gezer piyasa yaparlardı. Ufak tefek bakışmalar kaçamak gülüşler. Yola bakan bir evde oturup bu hareketi takip edebilmek en büyük arzumdu o zamanlar. Muhtemelen Balkanlar’dan göçüp geldiklerinden ve hayatlarının önemli bir kısmı yolda geçmiş olmasından mütevellit yol bu insanların hayatlarının ana hattını oluştururmuştu. Ben de bu gerekçeleri arkama alarak bu insanlara komşular yerine yoldaşlar demeyi tercih ediyorum. Yazının geri kalanında bu iki kavram arasındaki farkın ne kadar önemli olduğunu açıklamaya çalışacağım.
II
Yoldaşlığa olan ilgim sadece kişisel hikayemden kaynaklanmıyor ne yazık ki. Ortadoğudaki savaşın sebep olduğu kitlesel hareketler, insanların konacak yer bulamayıp kendilerini zorunlu olarak yollara vurmaları bu kavramı daha da mühim kılıyor. Lakin bu konulara bulaşmadan önce hem komşu hem de yoldaş kavramlarını merceğin altına yatırmak gerek. Eski Türkçe kökenli “komşu” kelimesi “konmak” kökünden türemiş; karşılıklı ya da yakın oturan kimse anlamına geliyor. Yoldaş kelimesini incelemekse daha kolay. Kelime -daş ekinin yardımıyla aynı yolu paylaşan kişiler için kullanılıyor. Kelimenin sol jargonda çok belirgin bir yer edinmesi kelimenin anlamını biraz da bulandırmıyor da değil. Ben de suları bir nebze durultmak gayesiyle kelimenin Marksist’ler arasındaki itibarını ilk etapta göz ardı edeceğim.
III
ODA**
……………………ODA=ADA
Evin doğası sessizliktir. Odalar, sofalar,
merdivenler, döşemeler sessizlik eğirir.
SESSİZLİK İSTER EV.
Kapı yolları yumağıdır ev. Bu keçi yolları besler
onu. Böyle bir sessizlik, sınırsızlık saçar.
Her şey de bu sessizliği dolu dolu yaşar.
(Evde paylaşılan tek şey de budur.)
Odadır, ev.
Bir ada.
(Kendi halinde)
Bir içe çağrı.
Kapalılığa, yalnızlığa övgü.
Ama biz bir evi görürüz hep.
Oysa ev seyircidir.
Gezinir, yokmuş gibi yaşar.
Açar kapar kapıları
Evde her şey birbiri için vardır.
(Kapalılık bunu gerektirir.)
Oda yalnız kendisi için yaşar.
Her durumda düşe çekilir ev.
Oda hep uyanıktır.
Her şeyi konuşur oda.
Her şeyin de bir anlamı vardır.
(Hiçbir şey anlamdan kurtulamaz.)
İnsan bir adadır.
Oda: Bir dünya.
IV
İnsan bir kuytuya konduğunda, döşeğini serip ocağını yaktığında dünyayla arasına bir sınır çeker. Ateş yayılır güvenli bir mekana evrilir, bir sığınak yaratır her türlü düşmanı kovar. Tarihin akışı içinde ışığın sınırları yavaşça evlerin taş duvarlarına evrildiğinde artık bu sınır aslen insanı hemcinslerinden ayırmak içindir. Sınır insanları önce ayırır, biri iki yapar sonra da ilişkilerini düzenler. Kız alıp kız vermeler, önce trampa sonra ticaret ve tabii ki din ve siyaset. Bunlar komşuluğun olmazsa olmazlarıdı. Artık her insan bir adadır ve de duvarlarla ayrılmış iki komşu arasında katedilemez bir mesafe vardır. Komşu komşunun külüne muhtaçtır muhtaç olmasına ama komşunun tavuğu komşuya kaz görünür. Bir taraftan iten bir taraftan çeken bu ilişki her zaman sınırın süzgeçinden geçer. Duvarların ardındaki insan komşusuna ihtiyaç duyduğu kadar ondan gelecek tehlikeye karşı da paranoyaktır. Canını ve malını korumak, varlığını başkasına muhtaç olmadan sürdürebilmek için, “birey” olabilemek için sürekli duvarları sağlamlaştırır. Bu yüzden diyebililrim ki salt iyi bir komşu yoktur. Her komşu muhtemel bir tehlike oluşuturur ki bu tehlikenin nüvesi komşuluğu tesis eden sınır ve sınırın yaratttığı mesafede bulunur.
Sınırdan doğan komşuluk her nasıl mesafe ve korunma itkisi üzerine tesis edilmişse, yoldaş da -daş ekinden de aldığı güçle paylaşımda anlamını bulur. Yolun paylaşılması, azığın paylaşılması, sevginin paylaşılması, canın paylaşılmas, ölümün paylaşılması ve nihayetinde de varlığın paylaşılması. Yol hayattır, duvarlar arasında korkudan kendi içine kapanmış enerjinin esaretinin sonlandırılmasıdır. Yoldaşlar ne birbirini sever ne bibirinden korkar. Onlar yaşamın sunduğu sevgiyi ve ölümün getirdiği korkuyu paylaşırlar. Anlattıklarım yoldaş kavramına bir güzelleme olarak görünebilir lakin nasıl komşuluk kendine has bir ontolojik yapılanma öne sürüyorsa yoldaşlık da farklı türde, paylaşım temelinde bir ontolojinin imkanlarını sunar. Yoldaşlık yekpare, birbirine mesafeli atomize bireylerin varlığını kabul etmez, bu noktada bireye karşı kullanacağım kavram olarak tekillik paylaşımın sonucu bir yarılmayla açığa çıkan farklı türden bir mesafe alma olarak vüku bulur. Artık ben ve öteki yoktur, biribirinin ötekisi olan iki tekillik vardır ve bu vüku bulan mesafe, yarılma olarak yaşamdır. Mesafe komşulukta olduğu gibi deneyimden önce gelip deneyimi mümkün kılan bir öğe değil bir sonuçtu., Tekillikler ve mesafe paylaşmanın sonucudurlar. Ve nasıl komşulukta sınır mesafenin korunması için sürekli tesis edilmek zorundaysa yoldaşlıkta da kopuş sürekli olarak yenilenir çünkü her karşılaşma yeni bir yarılmadır ve yeni mesafeler açığa çıkararır. Bu sürekli karşılaşmalardan ve mesafe almalardan mütevellit, spirale benzeyen bir devinimdir. Ve son olarak ekleyeceğim şey yoldaşlıkta atomize bireylerin yerini atomun olağan hareketinde bir sapma olarak görülebilecek önceden kestirilemeyen “clinamen”in *** alışıdır
V
Dünyanın sınırlarla cevrilmiş güvenli bölgeleri bir savaş üretme makinası gibi gezegenin geri kalanına çatışma ihraç ederken yoldaşların müstahkem mevkileri terkedip bilinmeze karşı yola koyulmaları zulme karşı savaşmada ilk adım olabilir. Bu bilinmeze doğru yolculuk ancak bir yoldaşın eşliğinde başarıyla ulaşır, bir dostun yoldaşlığı, bir ağacın yoldaşlığı veya bir tırtılın yoldaşlığı yolcuya doğru yolu gösterir. Doğru yol önceden belirlenmemiştir, kervan da yolda düzülür. Bu noktaya kadar yüzleşmekten kaçtığımız komunizm fikri de burada anlam kazanır. “Communism” ve “comrade”**** arasındaki ilişki basit bir kelime oyunundan ibaret değidir. Sadece yoldaşlardan oluşan bir sisteme komunizm denilebileceği gibi burada paylaşılan ne bir ideoloji ne bir ülküdür ne de davadır. Komunizm yoldaşların varlığı paylaştıkları ve ontolojik kökenlerini bu paylaşımlarda buldukları bir rejimdir. Bu tabii ki günümüz siyasetini oluşturan birey, hak, özel mülkiyet gibi temel kavramların ve bunların üzerine kurulduğu toplumsal sözleşmenin ilgasını gerektirir.
*Arkadaş Zekai Özger – Aşkla Sana
**İlhan Berk
*** An event without any cause: in reference to the Epicurean theory of the causeless swervings of the atoms.
*****yoldaş