Deneme / Güncel Sanat / Sergi

Sanatçının Toplayıcı Olarak Kaderi

Adem ile Havva’nın kırk kadar çocuğunun içerisinden ilk ikisinin yeri ayrıdır ademoğulları için. Çoban olan Habil ile çiftçi Kabil’in kavgası biz torunlarının kaderine de yön verir. Lakin semavi dinler insanlık tarihini çitçiyle çobanın kavgasıyla başlatsa da yedi milyon yıllık insanlık son on bin yıla kadar hayvanları ve bitkileri evcilleştirip besin üretimine geçmeye ihtiyaç duymamıştı. Vahşi hayvanların avlanması ve bitkilerin cömertçe sunduklarının toplanması atalarımızın çoğu için yeterliydi. Tarım devrimi ise pek çok devrim gibi kanlı oldu. Birikim yapmaya ihtiyaç duymayan avcı toplayıcılar; üretim fazlasını depolayan, üretimi düzenli kılmak için yapılar kuran ve açığa çıkan artık değer sayesinde devlet ve ordu gibi kurumları oluşturan tarım toplumları karşısında pek de avantajlı değillerdir ve yavaş yavaş yeryüzünden ayrılırlar.

Tarım teknolojisini geliştirmemiş pek çok ilkel topluluk için birikim yapmak çeşitli yasa ve uygulamalarla engellenmiştir. Bir ritüel olan savaşlar, kurban törenleri, festivaller ve armağanlar doğadan alınanı tekrar doğaya vermeyi sağlar ve avcı toplayıcılar doğanın döngüselliğine karışıponun içinde yaşarlar. Birikim ise “Bir”den gelir, her şeyi “Bir”in parçası yapmaya çalışır, çokluğun yerini teklik alır. Artık tek tanrılı dinlere geçişin yolu açılmıştır. Tek tanrılı dinler ancak tarım toplumunda kendilerine yer bulabilirler. Hayatını avladığı hayvanlarla ya da ormandan topladığı bitkilerle geçiren insan için ise hayat belki çok daha tehlikeli bir yerdir ama bunun karşılığında yaban insan özgürlüğüne sahiptir. Avcı-toplayıcı toplulukların herhangi bir hiyerarşik örgütlenme içerdiğine dair antropolojik veri yoktur diğer taraftan bu topluluklarda “Bir” olmadığı gibi birey de yoktur. Avcı toplayıcı doğanın bir parçasıdır, bulduklarıyla ve ilişkiye girdikleriyle varlığına bir ağ üzerinden şekil veririr.

Ormandan böğürtlen toplayıp geyik avlayarak yaşayan avı toplayıclar artık büyük ölçüde tarih kitaplarına ait olsa da yirmi birinci yüzyılda hala hayatını topladıklarıyla sürdüren insan gruplarına rastalamak mümkün hem de sadece karanlık ormanlarda, sıcaktan kavrulan savanlarda değil, metropolerin ortasında gündelik hayatımızın içinde. Modern toplayıcılar sanayi devriminin bir yan ürünü olan çöplüklerde gezinip bizim ölüme terkettiğimiz nesneleri toplayarak yaşarlar. Bu çöpler ölüm kokar ve ölüm tüm tabular gibi bulaşıcıdır, kokusu toplayıcıların üzerine siner ve toplayıclar bizim toplum dediğimiz makinanın çepherlerinde sürgünde yaşarlar. Onları görmeyiz, onlara dokunmayız onlarla konuşmayız. Topladıklarını sessizce bize teslim ederler ve makine büyük gürültüler çıkararak bu çöplerden eşyalar yapar, onlara anlam verir ve onları tekrar dolaşıma sokar.

Modern dünyada çöplerle ilgilenen bir başka grup ise sanatçılardır. Romantizmin türettiği, hayatın sınırlarında gezinip insanlara hikayeler anlatan meczup imgesi sanatçıyı çöplüklere, cesetlere, akıl hastahanelerine, toplumun kabul etmediği hayatlara yakınlaştırır. Ancak sanatçıda toplayıcı ve yaratıcı yek bedende bir araya gelir. Sanatçı bilinmeyen topraklardan topladıklarını yaratma gücüyle birleştirip medeniyetin zirvesine çıkarır ki bu onun lanetidir de. Modern sanatın rotasını ideal birliği arayan klasik güzellik anlayışından her türlü yapıyı bozmayı kendine görev edinmiş ve bu uğurda gerekirse kendini bile sabote etmeye heveskar bir tutuma çevirmesi sanatçının üzerindeki bu lanete baş kaldırmasıdır. Baudelaire isyan eder “yara da bende bıçak da bende” diyerek. Sanatçı köşe bucak gezer durmadan toplar ve topladıklarını toplumun kalbine mavzer mermisi gibi atar. Toplum her seferinde biraz kanar ama hemen kendini toparlar ve bu gümüş mermiyi bir deha işi diye etiketleyip hazinesine kabul eder, sanatçıya ise kaygılar içinde bir sonraki mermisini hazırlamak kalır. Sanatçı tıpkı modern bir Sisifos gibi her gece dağın eteklerine yuvarlanan kayasını gün ağrınca tekrardan zirveye iter.

Tarım toplumları örgütlenmeye başladıklarında kendilerine lider olarak ironik bir şekilde avcı toplaycıları seçmişlerdir. Sanatçı da bir sürgün olarak şehrin duvarları dışında gezse de aslında fildişi kulelerde yeri hazırdır; lakin postuna kurulduğunda özgürlüğünden ve yaratıcı gücünden de mahrum kalır. Kendini karanlık ormanlara, engin ovalara salsa o zaman da yarattıklarını gösterecek kimseyi bulamaz. Modern sanatçı kibirlidir, takdir ister, yarattıklarını yakmaya cesareti yoktur. Onun için kayayı dağın zirvesine çıkarmak değil, bunu herkesin gözü önünde yapmak mühimdir. Bu kibir onu toplayıcı atalarından ayırır ve dillere destan mutsuzluğuna mahkum eder.

*Toplaycılar sergisi için katalog metni olarak yazılmıştır

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s