Tiyatro, dans, müzik, spor, hatta şirketlerin insan kaynakları departmanlarının raporları. Performans denince akla ilk gelenler; ancak güncel sanattan bahsetiğimizde performansın sadece eyleme ve eyleme geçirme anlamı bize yetmiyor. Judith Buttler’ın dil biliminden aldığı edimsellik (performativity) kavramı güncel sanat performanslarını ve ötesinde güncel sanatın yapısını anlamak için daha uygun bir zemin sunuyor. Buttler’ın da referans aldığı J.L. Ausitin’e göre edimsel cümleler söylemin direk eyleme kapasitesi olan cümlelerdir. En çok verilen örnek ise söylendiği anda toplumsal düzen içinde yeni düzenlemeler yapmaya yarıyan bir cümle olarak nikah memurlarının “Sizi karı koca ilan ediyorum” cümlesidir. Bir başka örnek ise sihirbazlardan duymaya alışık olduğumuz “abra kadabra” (Söyleyerek yaratıyorum) kelimeleri. Sözün tasvir etmekten, anlatmaktan çok gerçekliğe direk müdahalede bulunduğu bu cümleler güncel sanatın da çalışma metodunu bize gösteririr. Güncel sanat Marcel Duchamp’tan beri gerçekliğin üzerine kurulmuş aşkın bir temsiller ağı olmak yerine gerçeklikle yatay düzlemde, aynı zaman ve mekan içinde ilişkilenen ve onu direk müdahaleyle değiştirmeye yeltenen içkin yapısıyla klasik sanat anlayışımızdan ayrılır. İngilizce con-temporary kelimesindeki “temporary”yi tarihsel bir süreç, türkçeye tam olarak çevirilemeyen güncel sanatı da zamanın ruhunu anlatan işler olarak düşünmektense deneyimlenen zaman olarak tahayyül edersek artık sanat işleriyle eş zamanlılık zemininde temasa geçtiğimizi söyleyebiliriz. Güncel sanatta mekan ve zaman deneyimlerinin öne çıkmasının arkasında bu dinamik görülebilir. Artık her iş bir yandan sergilendiği mekana, zamana ve izleyiciye göre anlam değiştirirken diğer yandan da açığa çıktığı mekan, zaman ve izleyici kitlesinde de değişiklik yaratabilir.
Bu azeminde düşündüğümüzde güncel sanat performansları tam da temsil edilemez biricik bedensel deneyim oluşlarıyla bedene, dünyaya ve sosyal ilişkiler ağına aracısız dokunurlar. Kayıt altına alındıklarında ise bize sadece üzerine konuşulacak meteryal sunan begelerden öteye geçemezler. Tabi ki her belgenin kendi yarattığı bir deneyim olacaktır ama bu farklı edimsel süreçler yaratan yeni bir iş olabilir ancak. Bu açıdan ele aldığımızda performans sanatı için önemli bir isim olan Ulay’ın Şekerbank Açık Ekranda sergilenen sanatçının erken dönemş işlerinden oluşan seçkiyi bir güncel sanat sergisi olmaktan çok bir belgeleme çalışması olarak ele almak daha münasip ancak bu belgeleme bile bize çokça şey veriyor.
Ali Akay’ın “Kimlik ve Metamorfoz” adı altında bir araya getirdiği performansları, performans sanatının genel dinamklerini göz önünde bulundurarak temsil ve müdahale ekseninde okumak da mümkün. Zira ilk girdiğimiz odada karşılaştığımız Foto Ölüm (Photo Death – 1976) adlı iş tam da bu hatları kesiyor. Performansı yapan kişi olarak ulayın kendi vücudunu kapladığı ayna izleyicinin bakışını geri yollayıp izlenecek bir temsil bekleyen kalabalığa kendi imgesini sunar. Psikanalitik kurama göre kimliğin oluşmasında merkezi bir rol oynayan ayna sahneye taşınarak klasik anlatılarda izleyicinin özdeşletiği aktörün yerini alır ve bir temsilin olması gereken sahne izleyicilerin mevcudiyetiyle doldurulur. Bu işle direk bir bağlantı kurulabilecek Kimlik Değişimi (Exchange of Identitiy 1975) ise fotografik imge, sanatçının boş yüzey olarak bedeni ve bir katılımcı olarak izleyici arasındaki bir mübadele hattını açığa çıkmaktdır. Foto Ölüm’dekine benzer bir şekilde Ulay kendi bedenini kimliksizleştirir ve ışığa duyarlı bir kağıda aktardığı bir seyircinin imgesini kendi üzerine yansıtır. Performansın sonunda geçiçi olarak seyrimize sunulmuş olan bu görüntün yanında elimizde izleyicinin temsili olarak bir poloroid ve yine kimliksiz bir şekilde mevcudiyetini belgeleyen kağıttaki izi kalır.
İmgelerin yer değiştirmesi ve böylece içine doğduğumuz sembolik düzende solucan delikleri oluşturarark zamanda ve mekanda kırılmalar yaratma çabası Kanal Evi’nin Değişiminde de kendini gösteririr. Burada müdahale daha keskindir. Nezih bir mahallede, bir kanal boyunda bulunan bir evin cephesi endüstriyel bir yapıya ait dev bir fotografla kaplanır. Günümüzde Green-Peace gibi çevreci kuruluşlardan bekleyebileceğimiz bu müdahale evin bulunduğu mekanın sakin dünyasıyla endüstriyel alanın teknolojik imgesi arasındaki bağı açığa çıkarır. Sokaktan geçen izleyicinin bakışı görmeyi beklediği, çevrenin ona vaadettiği seyirlik yerine gözden saklananı, görülmek istenmeyeni görür.
Ulay’ın 1976’da gerçekleştirdiği “Sanatın kriminal bir yönü var” performasında sergilenen diğer videolardaki ölçek olarak küçük müdahalelerin yerini kitlesel çapta bir yer değiştirme girişimi alır. Ulay bu sefer sadece kendisini izlemeye gelenlerin ya da bir mahallenin sakinlerinin değil Alman Ulusu’nun imgesel yapısına müdahalede bulunur. Alman’ların ulusal gururunun ikonu olarak görülen, en pahalı ve en değerli tablo olan Spitzweg’in “Yoksul Şairi”’ni Ulusal Galeriden gün ortasında çalarak bir işçi göçmen Türk ailesinin salonuna asar. Iki saat sonra da arayıp kendini ihbar eder. Sanatın limitlerinde gerçekleştirilen bu yer değiştirme pek çok satıhta iş görür. Sanatçının kimliği hırsızınkiyle yer değiştirir ama bu sadece Ulayın yaptığı hırsızlık değildir. Ters yönden okunduğunda yoksulluğu ait olduğu sınıftan çalıp onu korunan ve pahalı bir değişim nesnesi haline getiren sanat endüstrisidir. Ulay bu tabloyu ait olduğu yere, bir işçi ailenin duvarına asar. Böylece estetize edilip metalaştırılan, görünürün alanından kovulan yoksulluk bir anlığına da olsa belirgin olur. Sosyal sınıflar arasında açılmış olan bu hat aynı zamanda Almanların ulusal gurur kaynağı olarak gördüğü sanatsal üretimin imkanını sağlayan artık değerin kaynağını da açığa çıkarır. Hem göçmenlik hem işçi sınıfı Alman kültürünün karşısına yerleştirilir. Ulay’ın gerçekleştirdiği müdahale tabi ki sadece bir anlıktır. Basın anında “Yoksul Şair” çalındı diye haber yapar. Ardında da Ulay’ın deli olduğunu ileri sürererek sembolik düzendeki mevcut yırtığı tamir etmeye çalışır. Günümüzde ise Ulay’ın performansı sanat tarihinde yerini almıştır ve travmatik etkisinin üzeri iyice örtülmüştür. Performans sanatına gücünü veren ana içkin oluşu onun tarih içinde bir hatıradan öteye gitmesini de zorlaştırmaktadır.