Deneme / Güncel Sanat / Sergi

Kutsal Şiddet

İster sanat eseri olsun, ister ev, piyasadaki her şey kendini yaratan yıkıcı süreçleri gizlemekle mükelleftir. Halbuki şeylerin ortaya çıkışı bir şiddet sonucunda olur. Hücrenin zarını yırtarak bölünmesi ya da bir bitkinin tohumunu çatlatarak  serpilmesi, çapları küçük etkileri büyük, şiddet olaylarıdır. Varoluşun kaynağı olan enerji, önündeki tüm engelleri yıkıp her yöne doğru yayılma arzusundadır. İnsanlar ise bu enerjiyi terbiye eder, şekillere, kalıplara sokar, dünyayı yaratır. Dünya sonsuz kıyımın vuku bulduğu bir coğrafyadır. Biz, nice zamandır şiddetin kendi payımıza düşen kısmına kültür deyip onu yüceltiyoruz, o bizim en değerli varlığımız. Bu varlığın kıymetine gölge düşmesin diye de onu oluşturan şiddetin bıraktığı izleri gizlemeye çalışıyoruz. Modern dünyada her şey pırıl pırıl, çiziksiz.

Varoluş, şiddeti ve yok oluşu beraberinde getirir. Biz modern olanlar ise yemeğin hoşumuza giden tarafını yiyip gerisini bozuk ya da çöp diyerek atmaya alışığız. Artakalanlar, biz bakmadığımız anlarda toplanır, bizim gözümüzden ırak yerlerde saklanır. Tıpkı savaşların, katliamların, sefaletin hep uzak yerlerde olması gibi. Varoluşun beraberinde gelen şiddeti görmezden gelmeyi seçtiğimiz gibi, bunun hesabını ödemeyi de reddederiz. Medeniyetimizin gelip dayandığı doğa krizi yani yok oluş çağı bunun sonucu. Artık borcumuzu ödeyip hesabı kapatmamız gerekmekte lakin yediklerimizin günahını ödeyecek paramız yok. Mutfakta da artık yıkanmakla temizlenmeyecek kadar pis bulaşık birikti. Geriye garsona yöneltilecek tek soru kalıyor: Canımızı mı alacaksın? Cevap net ve acımasız: EVET.

Sanılanın aksine şiddet korkulacak bir şey olmayabilir. Odunu baltayla yararız ve bizim için yararlı olur. İster hayvan olsun, ister bitki, bir dişinin doğurması bedenin uğrayabileceği en şiddetli eylemdir ancak karşılığında hayat ortaya çıkar. Çağlar boyu pagan kültürler şiddeti hayatlarına katıp yaşamışlardı. Adaklar, kurbanlar, ritüel savaşlar ya da karnavallar. Pagan kutsallığı, çalışarak, eyleyerek açığa çıkardığı yaşamı, yok oluşla dengelemeye çalışmıştı. Kutsal mekanlar ise yaşamın diyetinin ödendiği, birikimin içine atıldığı Gayya kuyularıydı. Enerji bu kuyulardan gayba akar, kaynağına geri döner ve tekrar doğardı; bu mekanların kutsiyetleri buradan gelir. Modern insan ise birikimi kutsallaştırmaktan yanadır. Onun için tapınaklar meta formunda somutlaşan enerjinin arşa ulaşana kadar istiflendiği mekanlardır. Metaya zarar verebilecek, onun kutsiyetine zeval getirecek her türlü şiddet emaresi anında gizlenir. Maksat, enerjiyi termodinamiğin ikinci ilkesi doğrultusunda, yazgılı olduğu kayıptan korumak ve onu en az zararla biriktirmektir. Bu, modern insanın yok oluşun dehşeti karşısında bulduğu nafile çözümdür.

Sinan Logie’nin işlerini üretirken kullandığı taktik, modernitenin gizlediği şiddeti görünür kılmak, onu kovulduğu dünyaya davet etmek. Bunu sanat mıntıkasında yaptığı için öncelikle sanat eserinin yaratılmasındaki şiddeti zahirinin alanına çıkarıyor; ancak çalışmalarının etkisi sanatın alanından taşıyor, gündelik hayatımızı çevreleyen mekansal düzenlemelere, oradan da dünyaya yayılıyor. Logie’nin tuvalleri bir çarpışma alanı. Tepeden bakıp her şeyi düzleştiren bir gözle içeride hareket eden, gözünü budaktan sakınmayan bir bedenin direnişinin mücadelesi. Modern insan içinde yaşadığı mekanı her şeye hakim aklın gözünden bir bütünlük arz edecek şekilde kurmaya gayret etmişti; Logie ise bu aşkın gözün gördüklerine, bir bedenin enerjisiyle cevap veriyor. Sorun belli; formu nasıl tesis edeceğiz? Onu boş olduğunu varsaydığımız bir evrene koyup uzaktan aklın kurallarına göre mi oluşturacağız yoksa ağzına kadar dolu bir kozmosta ten tene değerek el yordamıyla mı yaratacağız? Logie’nin işleri, uzaktan bakan gözlere keskin, mimari planlara benzeyen geometrik formlarıyla haz verirken esere yaklaştıkça fark edilen pürüzler dokunma duyusuna hitap eder. Böylece izleyici bir kıskaca alınır; artık işin içine çekilmiştir. Görmek ve dokunmak üzerine kurulmuş iki farklı dünyanın diyalektiğidir bu. Bu sayede modern dünyaya yüzyıllardan beri musallat olagelen olan akıl-beden ikiliği aşılmaya gayret edilir. Tuvalle fırçanın ya da fırça yerine kullanılan herhangi bir nesnenin kapışmasından geriye kalan izlerden mütevellit bu işler, formuyla zihni hoş tutarken dokusuyla bedenin hafızasına değer, ona varoluşun kaynağındaki şiddeti hatırlatarak tahrik eder. Beden insanın kendini bulduğu ilk mekandır, bu yüzden her türlü mekansal düzenleme bedene müdahale ile başlar. Dokunma duyusunu kışkırtan bu tuvaller ise direnişi bedenle başlatırlar. Beden şiddetten, dağılıp gitmekten, yok olmaktan haz almaya başladığında üzerinde kurulu olan iktidar rejiminden bir anlığına sıyrılır. Bu yeniden doğuş için bir aralıktır. Sanat eserinin kutsallığı da bu noktada başlar.

Her ne kadar tuvalleri iki boyutun dışına çıkmaya teşne olsalar da, Logie mekana müdahalesini farklı araçlarla da devam ettiren bir sanatçı. “Mekansal Durumlar” böyle bir gayretin ürünü. Bu sergiden bahsederken işleri teker teker ele almak mümkün değil çünkü farklı teknikler kullanılarak üretilmiş işler aslında tek bir mekansal düzenlemeyi oluşturuyorlar. Bu bir tapınak. Logie, bir 20. yüzyıl binası içinde palimpsest gibi üst üste birikmiş farklı zamansal tabakalardan oluşan kutsal yapıları aynı anda, tekrar eden ve farklılaşan öğeleriyle birlikte deneyimlenir kılıyor. Böylece modern tahayyülün mekanı bir tabula rasa olarak ele alma iddialarının karşısına belleği olan, kültürle ve doğayla iç içe geçmiş bir mekan önermesiyle karşı çıkıyor. Bu tıka basa dolu dünya elbette karşılaşmalardan, çarpışmalardan ve şiddetten azade değil hatta bunlarla can buluyor. “Mekansal Durumlar”ın amacı göze hoş gelmek değil, bu kendini bedene göre kurgulamış bir sergi. İşler sizi dokunmanız, içlerinden geçmeniz, etraflarında dolaşmanız için davet ediyor ama bir tefekkür anı da sunmuyor. Gayeleri bedeninizi uyandırmak ve ona farklı mekansal kurgular içinde ne gibi potansiyellerin açığa çıkabileceğini göstermek. Sergi bu uğurda size bir nebze şiddet uygulamaktan da kaçınmıyor.

Elbette savaşlar, katliamlar, sefalet hep uzak yerlerde olmaz. Çoğu zaman yanı başımızda gerçekleşirler. Biz, her ne kadar görmezden gelmeyi seçsek de, varlıklarını sık sık bize hatırlatırlar. Ama biz, tüm bu şiddetin kaynağının bizim yaşamımız olduğu gerçeğini fark etmeyiz. İçinde yaşadığımız ve çok sevdiğimiz şehrimizin, evimizin ve hatta bedenimizin, coğrafyaya, tarihe ve yine kendimize nasıl şiddet uyguladığını göremezsek içinde bulunduğumuz yok oluş çağını da anlayamayız. Logie, farklı mekansal durumlar üzerinde bizim şiddetle ilişkimizi açığa çıkaran işler üretiyor ama bununla da sınırlı kalmayıp bir araştırmacı gibi tarihe dönüyor, kırılma noktalarını alternatifleri araştırıyor ve yeni ihtimaller yeni yaşama biçimleri sunmaya çalışıyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s