
Karşımda duran şeyin, gözümün berrak bir şekilde gördüğünün mermer bir levha olduğuna yemin edebilirim. Evet, buna yemin edebilirim çünkü sadece gözüm değil; gözümün ayartmasıyla tüm duyu organlarım onun mermer bir levha olduğuna şahit. Daha parmaklarım üzerinde gezinmeden dokusunu hissedebiliyorum, hafif tuzlu tadını dilimi değdirmeden alabiliyorum. Ama bu gördüğüm, mermer ocaklarından binbir vahşilikle çıkarılmış, kabaca form verilmiş ve sonra da taş atölyesinden alınıp önüme konmuş gibi gözüken, beyazımsı rengi ve baştan çıkarıcı eşsiz mavimtrak damarları olan levha, mermer değil. Değilmiş daha doğrusu.Yanına iliştirilmiş bir etiketten Guido Casaretto’nun bu işinin malzemesinin ahşap ve boya olduğunu öğreniyorum. Gerçeklik addediğim düzende bir kırılma oluşuyor.
Duyu organlarımız yanılabilir. Özellikle gözlerimiz hata yapmaya pek teşnedir. Sanat tarihinin önemli bir kısmı da bu yanılsamayı şahikasına erdirmek üzerinedir. Beri yandan optik yanılsamaların ya da her türlü anlık yanılgının ötesinde sinir sisteminin içkin bir arızası veya kana karışan yabancı bir madde de kolaylıkla insanın algısını karıştırabilir, olmayan şeyleri oluyormuş gibi deneyimletebilir. Elbette bu bilgi tarih kadar eski olsa gerek. Duyu organlarının zayıf tabiatlarına karşı hakikatin peşinde olanların başvurdukları ilk merci ise akıldır. İki kere iki her zaman dört etmez mi? Aklın beş duyunun beşine de yaslanmadan hakikate ulaşabileceği düşünülür. Ama akıl yardım almadan dış dünya hakkında ne kadar bilgi üretebilir? Düşüne taşına varılabilecek tek nokta olsa olsa aklın kendi yasalarıdır ve tüm bu mesainin sonucunda insanın elinde fasit bir daireden başka bir şey kalmaz. Akıl, dünyayı anlamak için duyulardan yardım almak zorundadır. Belki de akıl ve duyular arasına net sınırlar çekmek gereksizdir ve de duyu organları sanıldığı kadar güçsüz değildir. Günün sonunda yanlış bir algı bile bir nebze hakikat taşımaz mı? Mermer gibi gözüken ama mermer olmayan bir cisimde mermerlik bulunmaz mı? Gerçekten nedir bu mermerlik?
Mermer, kayaçların içindeki minerallerin kristalleşmesiyle oluşur. İlk bakışta doğanın en hantal, en ham parçası gibi gözüken kayaların, zaman içinde ufak hareketlerle aldığı bu etkileyici hal beklenmedik derecede zariftir. Mermerin zerafetine dair kanı pek çok kişi için ortak olsa gerek ki bu nadide madde uzun çağlar geniş coğrafyalar boyunca sanatın, estetiğin başat aktörlerinden biri olagelmiş. Ama zarafetten, estetikten bahsedeceksek, konumuz doğal alanın sınırlarının dışına çıkar, kültürel alana bordalar. Mermer doğal olduğu kadar kültürel de bir maddedir. Hem de sanat tarihinin önemli bir kısmını omuzlayan önemli bir kültürel madde. Mermerde kristalleşen sadece mineraller değil, kültürel addediğimiz formlardır da. Her mermerin içinde bir parça Michelangelo, bir parça Davut vardır. Mermerin büyüleyici kaotik yapısı doğaya atfettiğimiz süreçlerde form bulsa da içindeki zarafeti insan müdahalesi açığa çıkarır, görünür kılar. Mermerden oyulmuş bir heykel ya da en yalın haliyle mermer levhalarla kaplı bir zemin, bir Roma hamamı mesela, insanın aklındaki aşkın formlarla, taşın içkin maddiliği arasındaki bir münasebetin, muhabbetin neticesidir. Mermer doğa ile kültürün, duyular ile aklın birbirine dolandığı bir alandır.
Peki, Guido Casaretto yarı ham yarı işlenmiş haldeki bir mermer levhayı el emeğiyle yeniden üreterek tam olarak ne yapmakta? Açıkçası bu çetin bir soru. Karşımda duran bir resim mi yoksa bu gördüğümün mermerle arasında temsil ilişkisinin dışında bir bağı olması mümkün mü? İlk bakışta Caseretto’nu yaptığının resmin araçlarını kullanarak, doğada var olan bir nesneyi temsil düzlemine çıkarıp doğal ve kültürel alanın arasındaki rabıtayı kesmek olduğu düşünülebilir. Sanatçı beklenebileceği üzere bir heykeltıraş gibi mermerle temasa geçip ona dokunmak, onu işlemek, ondan bir form çıkarmak ya da daha radikal bir tutumla onu hazır nesne olarak sergilemek yerine; gözünün gördüğünü, mermer levhanın görüntüsünü incelmiş bir resim tekniği ile kopyalamıştır. Mermerin özü ve imgesi ayrılmış ve imge neredeyse kusursuz derecede aslına sadık kalarak üretilmiş, başka bir düzleme aktarılmıştır. Mermer kendini açığa çıkaran türlü doğal süreçten koparılmış, maddiliğini, değişme dönüşme kabiliyetini kaybetmiş kendi iç dinamikleri olan bir düzeneğe ilelebet sabit kalması arzusuyla yansıtılmıştır. Bunun karşılığında ele geçen ne kadar mükemmel olursa olsun bir soyutlama, bir nevi gölge oyunu, hayaletimsi bir imgedir. Ama öz ile görünüşü, madde ile imgeyi ayırmak bu kadar kolay mı?
Öz ile görünüşü ayırmak, göz ve gözün gördüğü arasında bir boşluk olduğu iddiasına dayanır. İmge ancak böyle bir boşlukla tesis edilir. Ama gözün gördüğü şeyle arasında boşluk, imgenin kökeninde bir mesafe olduğu fikri, her şeyden önce ideolojik bir ön kabuldür. Göreni görülenden ayırmaya, bakana iktidar bahşetmeye, bakılan üzerinde tasarruf sahibi kılmaya yarar. Böylece hem öz arı bir şekilde güvenceye alınır hem de görüntü dünyanın hercümercinden ayrıştırılır, kontrol altına alınır. Ama ya görünen görüntüden ayrı değilse, ya görülen her daim görüntüye bulaşıksa. İşin aslı imge nesne ile özne arasındaki muhabbet esnasında kurulur. Nesne ile özne birbirine dolaşık, birbirine bulaşmıştır. Nihayetinde göz de diğer duyu organları gibi temas ile işini görür. Görme süreci Güneş’ten gelen küçük parçacıkların, fotonların nesnelerden sekip göze getirdiklerinden ibarettir. Kütlesi olmayan, cisimsiz, maddi parçacıklar olan fotonlar görenle görünen arasındaki bağı tesis edip imgenin yaratılmasına imkân sağlar. Spekülatif bir düşünce ile her fotonun bir belleği olduğu düşünülebilir ve bu bellek fotonun her temasından bir iz, bir im taşır, göreni görünene bağlar böylece görüntünün kendisi, nihai imge her daim görünenden, maddeden bir parça da barındırır. Mermerin kendisi belirli bir dereceye kadar mermerin imgesinde mevcuttur. Mermerin görüntüsünü kopyalamak mermeri ölü bir imgeye çevirerek hayatiyetini elinden almak değil, potansiyelini çoğaltmak, mermere yeni yaşama ihtimalleri açmak demektir. Kopya asıldan koparılamaz, sanatçı, nesne ve imge arasında organik bir bağ her koşulda baki kalır.
İlk bakışta Caseretto’nun mermer levhalarında madde geri çekilmiş yerine hayaletini bırakmış gibi gözükür. Bu hayalet yer kürenin derinliklerinden türlü vahşiliklerle koparılıp getirilmiş mermerden ne derece iz taşır, asıl soru budur. Kopya aslını yaşatabilir mi? Kopya koparılmış mıdır? Kopya yaşam doğurabilir mi? Bu sorular mekanik ve hatta dijital yeniden üretiminin başat aktör olduğu günümüzde tüm imgelerin meşruiyetini sorgulamak için mühim. Maddeden mükemmelen koparılmış, aslını özlemeyen imgeler üretmek ne derece mümkün? İnsan ayaklarını yerden keserek, maddi varlığını unutarak bir an bile yaşayabilir mi? En gayri maddi olduğu düşünülen imge bile bir maddeselliğe ve bu maddeselliğin taşıdığı bir belleğe sahipse, bir imgeye baktığımda bile parmaklarım kıpraşıyor, dilim ekşiyorsa maddeden kurtulmak mümkün değildir. Madde kendi dışına çıkarken her daim geçmişini beraberinde taşır. Maddenin dışı yoktur.
Caseretto’nun mermer levhaları temsil ile mevcudiyet arasında mekik dokur. Bu işler hem bir tuval hem de hazır nesnedir, hem mermeri temsil eder hem de mermer olarak mevcuttur. Bu sayede türlü modern ikilikleri def eder, maddenin mahiyeti ve kudreti üzerine bir deneyim alanı açar.
SAHA, Guido Casaretto’nun 25 Ekim 2019 – 22 Mart 2020’de Museum of Contemporary Art in Krakow’da düzenlenen kişisel sergisi “The Ghosts of Matter”a eser üretim desteği verdi.