Deneme / SAHA

hatırla, hatırla, suyu hatırla

Kurumuş, atıl bir sarnıç. Zaten barındırdığı suya muhtaç olan evler de uzun zamandır ihtiyaçlarını devletin sunduğu son derece karışık su şebekesinden karşılıyor. Bu yapı artık sadece bir tarihi eser, bir müze. İçine girenlere yarım yamalak başından geçenleri anlatıyor. Ama susuz bir sarnıç ne kadar kendini anlatabilir? Sarnıcın dehlizleri boyunca ahşap iskeleler üzerine insan boyunu aşan bir yüksekliğe mavi uzun bir ağ döşenmiş. Bu ağ bize bir zamanlar orada olan, yağmurlardan beslenmiş ve mahalle halkı tarafından kullanılmış suyu hatırlatıyor. Şimdi anılarda kalmış devingen bir kitle. Sarnıcın içine girdiğimizde sanki suyun altına girmiş gibiyiz. Kafamızı kaldırdığımızda eskiden orada olan suyu ikame eden mavi ağı görüyoruz. Gideceğimiz yönü tayin etmek için, geleceğimizden haberdar olmak için bakacağımız yıldızların yerinde mavi bir ağ ve ağa takılmış yer karoları duruyor. Geçmiş üzerimize geliyor hatırlıyoruz.

Suyun bellekle ne olduğunu tam olarak kestiremediğim bir ilgisi olmalı. Irmakların akışının, kıyılara vuran dalgaların unutmak ve hatırlamakla bir ilgisi var. Bu bağı Hera Büyüktaşçıyan’ın işlerini gördükten sonra mı kurdum yoksa ezelden beri imgelemimde var mıydı, hatırlamıyorum. Su, Büyüktaşçıyan’ın çalışmalarında merkezi bir konumu işgal ediyor. Sanatçı, suyu, geçmişi günümüze taşıyan bir araç olarak işe koşuyor. Suyun devinimi Büyüktaşçıyan’ın işlerinde belleğimize çengelleniyor. Geçmişten günümüze akan anıların insan maharetiyle tıkanmış yataklarını temizliyor Büyüktaşçıyan. Akışa yol veriyor. Yaşamın tekamülüne imkân tanıyor.

Belki kişisel hikayelerimizin rahimde suyla başlıyor oluşundan belki de canlı olarak evrimimizin ilk ayağının okyanuslarda olmasından, su ile düşüncelerimizin ve onların üzerine bina edilen belleğimizin arkaik bir akrabalığı mevcut. İnsanı canlı kılan arzu, akışkan bir enerji biçimi, ben ile ben olmayan arasındaki bir gelgit ise arzunun devinimiyle suyun devinimi iç içe geçiyor zihnimde. Arzunun ve suyun devinimi türdeş. Eğer arzu namevcut bir nesneye doğru yönelmiş bir dalga ise, bu hazırda bulunmayan nesne olsa olsa hatıralarda, anılarda kendine yer bulabilir. Daha önce tanışmamış olsak, nasıl hayal edebilir, hatta gördüğümüzde nasıl bilebiliriz ki arzu nesnesini? Bir zamanlar ele geçirilmiş, hemhal olunmuş bir nesneye uzak düşmüş olmanın azabını dindirmek için, nesneyi geleceğe yansıtarak, vuslatı arzulayarak geçiyor ömrümüz. Tam olmanın anısı dalga dalga üzerimize yığılıyor, biz bu anıyı alıp ufkumuza yerleştiriyoruz. Anılar dalgalar halinde geliyor, arzumuz kabarıyor ve biz harekete geçiyoruz. Dalga dalga…

Hiç tam olduk mu? Asr-ı saadet bir hayalden mi ibaret bilmiyorum; ama her birimizin belleğinde tamlık, mükemmellik fikri olduğuna göre, bu duyguyu bir kez bile olsa tatmış olduğumuzu var sayıyorum. Gelecek bilinmezken geçmişten gelen bu bilgi bugüne çarpıyor, onun içine giriyor, onu dönüştürüyor, geleceği inşa etmemize el veriyor. Ama biz mütemadiyen gündelik çıkarlar uğruna anıları taşıyan akarsuyun önüne setler çekip barajlar inşa ediyor, akışı kontrol altına almaya çalışıyoruz. Hatta yetmiyor, hatıralarımızla oynayıp geçmişi değiştiriyoruz. Siyaset az çok bu demek. İlk siyasi yapılanmaların su kanallarının inşası için oluştuğu söyleniyor.

Geçmişten bugüne nelerin aktarılıp nelerin unutulmaya terk edileceğine, nelerin arzulanıp nelerin yasak olduğuna karar vermek, asırlardır —belki de ezelden beri— muktedirlerin gasp ettiği bir hak. Elbette akışın debisinin artmasını engellemek, su baskınlarına, her yeri anıların basmasına mahal vermemek gerek. Geçmiş, bugünü yutmamalı. Unutmak yeri geldiğinde elzem. Her şeyi hatırlamak bir lanet, yanlış hatırlamak ise hastalık. Yine de akarsu yataklarına beton dökmek, kaynaklarını kurutmak akışa dur demek, belleksizlik cehennemin diğer adı. Bunun bir orta yolu olmalı. Büyüktaşçıyan ideolojik kavgalar uğruna körelmiş suları, artık akmayan ırmakları canlandırıyor. Bu sayede bastırılmış olan akış, tıkanmış olan akıntı bugünü cehenneme döndürmeden bir hortlak olarak belirip yaşama musallat olmadan yoluna devam ediyor.

Bilmek hatırlamaktır. Bilmek yeni olanı tanıdık yapan medcezirdir. Arzu ettiğiniz şeyi gördüğünüzde onu bilirsiniz, tanırsınız. Sureti değişmiş de olsa onunla bir olduğunuz zamanları hatırlarsınız ve hissedersiniz ki kavuştuğunuzda tanıdık bir haz alacaksınız. Neyi hatırladığınız neyi arzulayacağınızı belirler ve eğer hafızanızda yuvalanmış bilgi bir başkasının tasarrufundaysa arzunuzun dizginlerini de ona teslim etmişsiniz demektir. Akan su ise her zaman bir özgürlük imgesiyle beraber gelir. Gürül gürül akan bir ırmak bentleri eninde sonunda aşar. Ya önüne geçmiş koca kayaları sakince içeriden çatlatır ya sert dalgalara dönüşüp onları unufak eder. Ama bu sonsuz hareket etme potansiyeli karşısında su hep aynı kalmayı, özdeşliği de beraberinde getirir. Su, her daim değişirken aynı kalmayı başarır. Onu hercümercin içinde kaybolmaktan koruyan da hem özdeşliğini koruyup hem de değişime imkân tanımasıdır.

Suyu gördünüz mü onu tanırsınız, biçimi ne kadar değişmiş olursa olsun fark etmez. O kadim bir dosttur güven verir. Ormanda, ıssız bir yerde kaybolduğunuzda bilirsiniz ki akan suyu takip etmek en güvenli yoldur. Su size yol gösterir. Sizi bitkilerin, insanların, hayvanların, yaşamın biriktiği yere götürür. Kaybolmaktan, yitip gitmekten korurur. Su yaşam demektir. “Yaşam” kelimesinin kökü de bunu gösterir. Yaş: hem canlı olan hem de ıslak. Bulutlar, yağmurlar, akar sular, göller, denizler, buzullar, yer altı suları suyun bengi dönüşü yaşamın devamlılığını teminatı.

Su ile bellek arasındaki bağ sadece metaforik değil; aynı zamanda maddi ve yapısal. Sıvılar bulundukları kabın şeklini alır, şekilden şekle girer. Sıvıların kendinde bir formu yoktur. Anılar da bağlamlarıyla, taşındıkları kaplarla form bulur. Bir anı farklı bağlamlarda farklı gerçekliklere işaret eder. Öte yandan bir kere karıştılar mı sıvıları birbirlerinden ayırmak ne kadar zorsa anıları da ayıştırmak bir o kadar zordur birbirlerine o derece dolanıklardır. Bir anı hiçbir akli bağı bulunmayan başka bir anıyı çağırabilir. Anıların bu su gibi, ele gelmez yapıları onları geri çağırmak isteyen kişi için türlü zorluklar yaratır. Çağırdığınızda gelen anı parçacığı güvenilir midir, başka hangi parçacıklara dolanmıştır, anlamak güçtür. Ufacık bir anıdan zihnimize sonsuz sayıda türdeşi sızabilirken bağlamından koparılmış bir anı gerçeklikle ilişkisini de kaybedebilir. Bir hayal dünyası, simulasyon doğurabilir. Büyüktaşçıyan, kaybolmuş anıları geri çağırırken suyu kullanarak anının formuna en uygun aracı kullanır. Anılara dışarıdan bir form biçmez, onların akışkanlıklarını muhafaza eder. Mümkün olan en fazla anıyı şimdiye taşır. Bunu yaparken de sadece yaşamı ve onun güçlerini hatırlatmakla kalmaz, hatırlamanın kendisini de hatırlatır.

Kuşaklar öncesi vuku bulan bir olayın anısı birdenbire belleğinizin kıyılarına vurabilir. Hele söz konusu anı bir travmaya ait ise unutulmaya karşı çok dirençli olabilir. Anılar ölümü bile atlatabilir, su gibi usul usul çatlaklardan sızarak çağlar öncesini şimdiye taşır. Beynimize, bedenimize kazınır ve de evrim sürecine kısa devre yaptırır. Anılar aktiftir, koyduğunuz yerde durmaz, değişir, dönüşür ve yeri geldiğinde gün yüzüne çıkmaya can atar. Anıların bu akışına karşı hatırlamak, çift yönlü işleyen devingen bir eylemdir. Geçmiş şimdiye doğru gelirken, şimdi de geçmişe doğru atılır onu değiştirir, dönüştürür. Hatırlamak geçmişe müdahale etmeyi sağlar zaman yolculuğunu mümkün kılar. Hatta gerekli koşullar sağlandı mı belleğe sahte anılar yerleştirmek işten bile değildir. Bu iki zıt hareketin arasında anaforlar oluşur, neyin gerçek neyin hayal olduğunun izi silinir, insan kolaylıkla boğulur.

Anafora kapılmış, anıları unutturulan, değiştirilen bir insan neyi, nasıl bilebilir? Aynaya baktığında kendini nasıl tanır? Kendini bilebilir mi? Bu olsa olsa yanlış bir bilinçtir. Belleği ile sahih bir ilişki kuramayan insan öznelliğini kuramaz, başka anlatıların nesnesi olur. Su kaynakları kurutulmuş bir göl nasıl devinir, canlı kalabilir, yaşam doğurabilir? Elbette insan en iyi durgun bir suya baktığında, onun ayna gibi parlak yüzeyinde kendi yansımasını görebilir. Aslında ilk bakışta görünen tam da arzu edildiği gibi mükemmel, tam bir imgedir. Ama canlı olmayan ölmüş bir su nasıl yaşam dolu, arzunun medcezirleriyle çalkalanmakta olan özneyi bize anlatabilir? Canlı olmayan bir şey mükemmel olabilir mi? Durgun sudaki imge ölü bir imgedir, bir cesettir. Büyüktaşçıyan zahirinin alanından çekilmiş devingen suları tekrar görünür kılarak dalgalı yüzeylerinde oluşan yansımalarda kendimizi bilmemize imkân sunar. Akar suyun imgeyi mümkün kılan ışık ışınlarını kıran yüzeyinde dalgalı ruhumuzu hatırlar, tanırız. Ufkumuza ölü bir imgeden ziyade yaşamı koyarız. Geçmiş, şimdi ve gelecek böyle bağlanır, hatırlayarak.

Bu yazı SAHA’da misafir olduğum dönemde SAHA Yazı Dizisi için yazılmıştır.

Yorum bırakın