Güncel Sanat / Sergi

kesintiye uğramış yaşam

Çocukluğumun en travmatik anlarını yaşatan kitap, Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nden parça parça sahneler kaldı hafızamda, ancak hepsi çok sarsıcı olan bu sahnelerin yanı sıra bir duygulanım, bir ruh hali benimle beraber büyüdü. 13-14 yaşlarında bir Yahudi kızın ve ailesinin Nazilerden saklanacak bir yer aramaları, yaşayabilmek için şehirde bulabildikleri küçücük gizli odalara, mahzenlere, aralıklara sığınmaları; şehrin her yanında, her köşesinde onları arayan Nazi askerleri ve kapıda bekleyen ölüm. Bir metafor ya da kurgu olarak değil de somut bir mekansızlık ve somut bir ölüm. Yaşamla mekanın bu ilişkisi, yaşamın filizlenip açığa çıkabilmek için bir mekana, bir aralığa muhtaç oluşu kendini en net totaliter uygulamalarda belli ediyor. Her yeri kaplayıp kontrol altına almak isteyen totaliter bakış yaşamı mekan üzerinden disiplin altına almaya çalışır. Üzerinde yaşadığımız topraklarda 1915’te, 6-7 Eylül’de, Dersim’de, Aşkale’de, Maraş’ta ve daha bir çok irili ufaklı olayda somutlaşan azınlıklara uygulanan baskı, azınlıkların yaşam alanlarını ele geçirmenin, onları öldürerek ya da yer değiştirmeye zorlayarak onlardan kalan boşluğa yerleşip bu mekanları da iktidara tabi olacak homojen yerlere çevirmenin büyük ölçüde başarılı çabaları. Nazi Almanya’sındaki Yahudiler gibi Anadolu’da yaşayan azınlıklar da yaşamlarını koruyabilmek için ya kaçtılar ya da evlerinin, cemaatlerinin içlerine çekilip kimliklerini gizleyerek, başka biriymiş gibi yaşamaya çalıştılar. Bu içine kapanma bir kapatılmayla koşut olduğundan hayat bir mahpushaneydi ve yaşam tutsak edilmişti.

Ahmet Doğu İpek, Erinç Seymen ve Kerem Ozan Bayraktar’ın Kasa Galeri’de gerçekleştirdikleri ‘VIVO’ adlı yerleştirme böyle bir tarihin daha doğrusu lanetin üzerine kuruluyor. Kasa Galeri’nin bulunduğu Minerva Han, İmparatorluk döneminde tebaadan  olan Rumlara fon sağlamak amacıyla kurulan Atina Bankasına hizmet vermiş bir bina. Bankanın kasası olarak inşa edilmiş bölüm ise bugün sergi mekanı olarak kullanılıyor. Sanatçılar bu mekanı binayla ve onun tarihiyle ilişki içinde kurgulamışlar. Artarda sıralanmış üç küçük odadan oluşan mekan ufak müdahalelerle bir eve çevrilmiş ve bu değişimle kasayla ev arasında kurulmuş olan bağlantı işin asıl eksenini oluşturuyor: Yaşamın açığa çıkması, korunması ve yok olması. Politik ekonominin terminolojisiyle artık değerin toplandığı, saklandığı, dolaşıma sokulup üretim ve tüketim döngüsüne dahil edildiği bir mekanizma olarak banka ve bankanın kalbindeki kasa; yemek yediğimiz, hastalandığımız; doğumun ve ölümün vuku bulduğu ev VİVO’da ile iç içe geçiyor. Mekanı bir eve dönüştüren ilk müdahale zeminin eski bir evi andıran tahtalarla döşenmesi. Kasanın ağır kapısından içeri girip eskimiş tahtalara adım atınca boş bir odayla karşılaşılıyor, ama bu eski bir ev belli, tahtalardan belli. Odanın bir köşesinde kabarmış tahtaların yarattığı bir tümsek var. Hamile bir kadının karnı gibi, tahtaların altında dışarı çıkmayı bekleyen, tahtaları zorlayan doğumu müjdeleyen bir kabarıklık. Ama bu tümsek bir mezar da olabilir, üzeri yeni örtülmüş bir çukur, yitip gitmeyi bekleyen bir beden. Doğumla ölümün bu birlikteliği içerisiyle dışarısının diyalektiğinde karşılığını buluyor.

Ortadaki odayı şimdilik bir kenara bırakıp  üçüncü odaya bakarsak bu sefer bir kabarıklık, bir fazlalık değil de bir eksiklik hissediyoruz, bu oda sanki ilk odanın kontrpuanı. Tahtalar parçalanmış küçük bir yarık yaratılmış. Bu yarık ilk odadaki tümsek gibi sakin bir form oluşturmuyor, daha çok bir şiddetin izi gibi. İçeriye hapsolmuş bir şeyin, sanki bir hayvanın ya da en yalın haliyle yaşamın dışarıya çıkmak için ya da dışarıda kalmış bir şeyi içeri almak için için açtığı bir yarık bu. Her halükarda ilk odada olduğu gibi girişi ve çıkışı mümkün kılıp, yaşamı devinir tutmaya çalışan bir yarık.  Bu tümsek ve yarık sayesinde evin kapalı mekanı giriş ve çıkışla parçalanıyor, daha doğrusu ev, oluşun durmak bilmez hareketi üzerine kurulmuş çalı çırpıdan küçük bir set gibi hem hareketi ve onun verdiği canlılığın hazzını yaşayabileceğimiz hem de iki dakika soluklanabileceğimiz bir mekan açıyor. Ev doğumla ölümün sonsuz  döngüsü içinde beliren yaşama anlık bir yuva oluyor.

Ne boş ne de dolu olan ortadaki odanın, bir köşesinde üç parça garip eşya duruyor. Bir kütükten yontulmaya başlanmış da yarım kalmış, bir kısmı hala kütük diğer kısmı ise ince bir işleme oyulmuş sehpa; duvarda üzerinde  Latince yaşıyorum demek olan “VİVO” yazılmış bir mezar taşını tasvir eden bir tablo ve kenarında bir göktaşı resmi  olan siyah bir çarşafla örtülmüş sanki üzerine gök yüzü kapanmış bir koltuk. Belli ki burası içinde yaşanılmış, üretilmiş, ölünmüş ve yeniden gelinme hayaliyle terk edilmiş bir oda.Odadaki şeyler tek tek varoluşun farklı kutuplarını bir arada barındırıyorlar, ancak onları diğer odalarla beraber düşündüğümüzde bu kadar tuhaf, rahatsız edici kılan ne? Madem ki varoluş  bir adalıklardan müteşekkil, hareket daim, sürekli gelenler ve gidenler var, ölüm ve doğum bir arada bulunuyor, her gün şahit olduğumuz bu döngü neden VIVO’da bu kadar tekinsiz bir şekilde beliriyor?

VIVO bir hareketin, yaşamın mekanı değil. O, saklanmaya çalışan yaşamın, kapıda bekleyen mutlak ölümden, bir daha doğuma izin vermeyecek olan asker, polis vergi memuru ya da kapı komşusu kılığındaki azrailden kaçmak için kendini kendi eliyle kasaya kilitlemiş yaşamın bir anlık tezahürü.  Kasanın kapısı bir kere kilitlendi mi, giriş çıkışlar bir kere durdu mu, yaşamın döngüsü de kırılır, artık ölümün ve doğumun birbirinden ayrıldığı, ikisinin de geri çekildiği bu mekanda her şey bir müzenin sessizliğindedir. Yarıda kesilen döngü tek bir anda sabitlenir ve kendini gündelik hayatın içinde gözümüzden kaçan tüm detaylarıyla, kabartılarla ve çatlaklarla ve de tuhaf mobilyalarla gösterir. Tekinsizliğin kaynağı budur, ama iş tekinsizliğin ötesinde bir trajediye açılır. Hayatını korumak uğruna saklanmak, kapanmak ve kapandığın yerde bazen bir ülkede, bazen mahallede, evde ya da bedeninin içinde ufak bir umudun, bir kıpırtının peşine tutunup, bir mumyaya dönüşmeden nefes almaya devam etmeye çalışmanın imgesidir VIVO da karşımıza çıkan. Sesini kimseye duyuramadan bağırmak, çıkmak için duvarları tırmalamak, kendi mezar taşının dibinde uyuyakalmak, gökyüzünü paylaşacak başka canlı olmaması, dünün bugünün ve yarının tek bir anda sabitlenmesi, ne geleceğinin ne geçmişinin olması. Trajik olan budur.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s