Deneme / SAHA

zamanı yakala

Heyhat, elimizde zamanı doğru düzgün ölçebilecek bir alet yok. Saatler, takvimler sadece kendi ritimlerini saymaya yarıyor. Zamanın enginliğini kavramaya çalışsak sayılarımız yetmiyor; bir anını yakalayayım desek küçüklüğüyle elimizden sürekli kaçıyor. Zamana bir başlangıç, bir son biçmeye gayret ediyoruz; fakat zaman sonsuz da tüm bu gayretimiz kendi sonluluğumuzun yansıması mı? Zaman kıpırdamadan sonsuzluğa uzanmış bir şekilde dururken acaba biz mi atmosferde dağılan göktaşı gibi azalarak geçiyoruz içinden. Sonsuz küçük ve sonsuz büyük birbirine eş ise, sonsuzlukta varlık ile yokluğu birbirinden ayıramıyorsak “zaman yoktur” diyen Carlo Rovelli’ye kulak verebiliriz, belki de zaman sadece olaylar arasındaki izafi bir ilişkiden ibarettir.

Sergi salonuna yerleştirilmiş tuhaf görünümlü, içi yarıya kadar su dolu beş seramik küp. Bu küpler sanki yıllarca denizin dibinde kalmış da formlarını suyla olan etkileşimde bulmuş; neredeyse organik bir görünüm kazanmış. Küplerin her birinin üzerine tavandan sarkan ince, beyaz, ilk bakışta plastiğe benzeyen şeritler asılmış. Şeritlerin bir ucu küplerin üzerine düşüyor, suya değmeden kıvrılıp küpten dışarı taşıyor, yere doğru uzanıyor. Bu şeritler aslında yok olmaya bin yıllarca direnen plastikten değil, yok olma kaygısı taşımayan patateslerden üretilmiş. Küplerin içindeki su oda ısısıyla ağır ağır buharlaştıkça şeritler an be an eriyip yok oluyor, zaman zuhur ediyor. Gülşah Mursaloğlu farklı olaylardan bir performans kurgulamış ve bu olayların yarattığı zamandan pay alıyor sergi salonuna her giren. Pek tabii ki olaylara şahit olan izleyici tarafsız bir gözlemci olarak kalamıyor, kendi benliğini, bedenini meydana getiren olaylar dizgisini bu hassas denkleme ekleyip yeni bir zaman döngüsü yaratıyor.

Zaman, içinde farklı olayların yüzdüğü bir kaptansa olayların düzenden düzensizliğe geçişine verdiğimiz ad. Başlangıçta Mursaloğlu’nun iradesiyle belirlenmiş düzenli birer formu olan küpler sırlanma sürecinde ısıya verdikleri tepki ile bozulmuş mevcut amorf haline kavuşmuş. Gözün gördüğü, bu olaylar silsilesinin bıraktığı iz. Zamanın geçişini bu izlerden anlayabiliyoruz. Zaman, izler sayesinde neşet ediyor. Bu küpler üzerlerindeki izlerle birer bellek oluşturuyor. Sanat dediğimiz şey de hızla bozulan düzene karşı geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması, zamanın bıraktığı izlerin takibi, düzenlenmesi, saklanması, aktarılması. Sanat insan belleğinin ikamesi, uzantısı; başka bir deyişle protezi. Zamanla oynamanın insanlığın bugüne kadar icat edebildiği en etkili yolu. Düzensizlik içinde bir nebze düzen arayışı. Mevcut kısır düzenleri bozup yeniden kurmanın, doğuma yol vermenin aracı.

Başlangıçta kaos vardı, diyor Hesiodos Theogonia’da. Peki o zaman düzen nereden geliyor? Düzen insanın bir icadı, eseri olsa gerek. Düzensizlik içinde bir düzen kuran tüm kısıtlılığı dahilinde yapıp ettikleriyle insan. Tıpkı Mursaloğlu’nun küplere form verip onları sırladıktan sonra olayların akışına teslim edip zamanın açığa çıkardığı izleri paylaşması gibi, biz de sonsuz karmaşıklıkta evrenden olayları derleyip emeğimizle bir form çıkarıyor, sonra da bu form düzensizliğe karışırken açığa çıkan zamanı mesken tutuyor adına da dünya diyoruz. Dünya zaman demek.

Dünya denilen zaman yığınını oluşturan türlü olaydan her birinin ritmi, döngüsü elbette farklı. Kimi olaylar bir alet kullanmadan farkına varamayacağımız kadar hızlı, kimi olaylar uzun uzun tefekküre dalmadıkça aklımızın eremeyeceği kadar yavaş. Ama bazıları tam da gündelik hayatımıza denk hızda. Biz saatlerimizi takvimlerimizi bu olaylara göre kurguluyoruz. Mursaloğlu ise bize zamanı ölçmek için kullandığımız her türlü teknolojinin dışında bir imkân, bir aralık sunuyor. Patatesten yapılmış plastik bir şeridin, buharlaşan suyun etkisiyle erimesinin açığa çıkardığı zamanı. Oda ısısındaki hesaplanması imkânsız her türlü ısı değişimiyle, gece gündüz farkıyla, ısıtma sistemlerinin etkisiyle ya da ziyaretçilerin beden ısısıyla değişebilen herhangi bir araçla ölçülmesi imkânsız olan kendiyle özdeş bir süre. Sadece şahit olunamayan, seyrine bakılıp geçilemeyen aksine zorunlu olarak müdahil olunan, doğumundan pay alınan, baktıkça var olan, baktıkça çoğalan bir aralık.

Evet zaman sabit değil, her türlü insan edimiyle azalıp çoğalan bir şey. Bakarak, hissederek, düşünerek, yaratarak kısacası hareket ederek zamanı azami derecede artırmak mümkün. Sonsuzluğa ulaşmak mümkün olmasa da zamanı zalim bir yargıç gibi görmeden onunla muhabbet içinde çoğalmak mümkün. Sanat zamanla böylesi bir münasebet için biçilmiş kaftan. Mursaloğlu’nun çalışmaları zamanın asgari düzeydeki izlerini takip ediyor onu hareketin fark edilemeyecek kadar yavaş olduğu olaylarda arıyor. İzleyicisini de beraberinde aktif bir tefekküre sürüklüyor. Nihayetinde tefekkür fildişi kulelerde yapılmadığında son derece üretken bir eylem belki de dünyalar kurmanın zamanı yaratmanın ilk aracı.

Dağılma, çürüme, ölüm… Düzenli enerjinin düzensizleşmesi, insanın makus talihi. Medeniyetin yarattığı tüm teknolojiler, insana eklemlenen, onu oluşturan her türlü protez bu düzensizleşmenin önünü almak, enerjiyi muhafaza etmek için icat edildi, ediliyor. Uzun bir ömre giden yolu bugün dahi teknolojide arıyoruz. Halbuki insan ömrüne birkaç yıl daha eklemek, zaman algımız değişmediği sürece sadece kaygıyı, azabı, işkenceyi arttırıyor. Zaman kaynaktan fışkırıp dere yatağını dolduran saf bir su değil. Önüne setler çekmek, barajlar kurmak nafile. Zaman hareket demek. Ne kadar devinirsek zaman da o kadar çoğalır. Ama hareket etmek sadece bir noktadan bir diğer noktaya en kısa sürede gitmek demek de değil. İki nokta arasını atlamadan, zıplamadan, mümkün olduğu kadar çok deneyimle, azami devinimle yaşamak; sonsuzluğu iki nokta arasında aramak, iki nokta arasına daha çok çentik atmak, iz bırakmak demek. Daha çok hareket etmek için yavaşlamak her ne kadar kulağa bir tezat gibi gelse de yavaşlığın içinde canlı bir tefekküre dalmak, düşünerek eylemeye ve yaratmaya devam etmek insanlığın ara sıra bulduğu sık sık kaybettiği bir bilgi.

Sanat saatlerin ve takvimlerin zapturapt altında tuttuğu zaman deneyimine alternatif bir akış, bir anlık özgürleşme ihtimali. Sanat eserleri zamanda mikro yoğunlaşmalar yaratmaya kadir. Mursaloğu’nun çalışmasının da temeli elle tutulur nesnelerde değil bu nesnelerin hareketi içinde açığa çıkan, gözle ancak zar zor bıraktığı izler görülebilen zamanda. Zaman dünyanın yapı taşı. Zamanı düzenleme biçimimiz dünyanın da formunu biçiyor. Zaman rejimimizdeki, zamanla olan münasebetsizdeki mikro değişiklikler bile dünyayı yeniden yaratmamıza imkân veriyor. Mursaloğlu böyle bir değişiklik için bir anlık kapı aralıyor.

SAHA, 10 Ekim – 21 Kasım 2020’de Labin, Hırvatistan’da düzenlenen 3. Endüstriyel Sanat Bienali’ne Türkiye’den davet edilen Gülşah Mursaloğlu’nun yeni eser üretimine destek verdi.

Bu yazı SAHA’da misafir olduğum dönemde SAHA Yazı Dizisi için yazılmıştır.

Yorum bırakın